Kandırmayı seviyor. Çağırıyor ve kandırıyor. Her sahtekârlık bir basamak. Her düşmanlık yeni bir mola. Gayretler biriktiriyor. Gösterilen her hedef bir adım. Yürüyor bıkmadan. Gözünün gördüğü gönlünün her yerinden geçiyor. Mest olmuş yaptıklarından, hayran kalmış kendine. Dün söylediğini bugün inkâr etmede usta. Diyor kendine; Ben büyük ustayım. Öyle büyüğüm ki ustalardan öğrendiklerimi onlara satmada bile ustayım. Ar yok, hiç olmamıştı. Bir gün yolda giderken düşürmüş diyorlar. O basamakları çıkarken ağırlık yaparmış.
Girdiği her kapı, yürüdüğü her yol tek bir yere çıkmış sonra. Kocaman bir saraya. Çorak bir arazide betondan bir saray. Koltuklar, avizeler, makineler, hizmetkârlar, uçaklar, arabalar, yatlar ve bazen varlığını bile unuttuğu şatafatlar… Onca yıl yürüdüğü binlerce yol onu götürmüş yine bir dört duvarın dibine. Kibrinden ve buyurganlık sarhoşluğundan duvara bakmaya bile tenezzül etmiyor. Körleşmiş. Denilir ki haysiyetinden ödün verenler dünyayı daha çok bulanık görür. Her şeyin götürüsü var, burası dünya!
Eder ve bedel birbiriyle orantılı burada. Giden bir şeyler getirmiştir. Kaybedilen boşluklar bırakmıştır. Telaffuzunu unuttuğu her şey başka bir şey ile yer değiştirmiştir. Güzelliğe bakınca pahasını düşünür. Konuşurken tavizleri kurnazlıkla sıralar. Severken bile cebinde urgan taşıyan o yüzsüz cellatlar gibi.
Yaltaklanmak mübah, yalanlara uğramaktan kendi evini unutmak sıradan. Her şey itaat et ve rahat et kıstasıyla geçerli bir akçe. İşi çok onun, bu yüzden adı da yüzü de yok.
Gün oluyor yaptıklarını aklayıp aynısını yapanları suçluyor, onlar adına utanıyor bile. Her isyana suç biçiyor, her eyleme ceza emrediyor. Tarihten yalanlar çıkarmak, çarpıtmak çok kolay, gelecekten bile zaman ısmarlıyor kendine. Gelecek diyor, benimle gelecek ve benim gibi uzun sürecek. Bazen örnekler veriyor. Mantıktan ve kavrayıştan uzak demagoglar onu ayakta alkışlıyor.
Meydanlarda höykürmeler, ekranlarda tehditler havada uçuşur. Pazarlık çıkarıyla ahkam kesmeler, olmayacak vaatler, asla doğaçlama olmayan gözyaşları kalabalıkların arasında gezinir durur. İnsan yalanına da vaadine de inanarak konuşur. İnsanlar ilk önce kendini inandırır, inandığıyla gönenir ve sıra inanacaklara anlatmak gelir. Sıralamada karışıklık her şeyi ayyuka çıkarabilecek bir potansiyelde, bu yüzden itaat ettiği ezbere yaslanıp her şeyi yeniden yapıyor.
Hayatından örnekler verir ki aslında anlattığı hayatı değildir. Kendisine kâbus olan hayatının kaçtığı hayallere sığınmıştır. Tanıdığı veya tanımadığı herkese şükretmeyi buyurur da kendisi hayat boyu açlıkla saldırmıştır yetinmeye. Her isyanı olduğu yeredir, bir basamak daha neden gelmez ki diye hayıflanır. En yakınındakini ateşe atıp matemini tutarak mağduriyetini, kaybettiğini, hüznünü kabul ettirir.
Hayat bu, insan bu ve bir yerde bazı molalar onu bulur. Ara sıra herkesten sakladığı amaçlarını kitlelere sır gibi anlatır. Gizlediği çok şeyi farkına varmadan yumurtlar. Yapar çünkü ne de olsa inkâr diye bir sığınak var. İspat edeni hapsedeceği elinin altındaki hapishaneler var. Yasa veya hukuk denilirse, zaten hepsi kendisi için vardır. Yani her şey gerçek, her şey yaşanıyor ama o istediği gibi yaşatıp yansıtabilir.
Uygarlıktan bahsedip barbarlığın vahşetini yaşattığı sokaklara ve caddelere katillerin adını vererek kendini masum ilan ediyor. Buna o kadar inandığı için çıkarına olacak sözü unutup korku iklimini pelerin gibi giyinir ve seslenip sahip çıkar. Unutulacak ne de olsa, inanılan yalan gibi, kandırdığı kitleler gibi her şeyin sonu var ama o hep var olacak sanır. Bu ancak derdest edilmişlerin sayıklamalarıdır da gerçeği korkmadan söyleyenler hapsedilip katlediliyor. Soğuk bir duş gibi olan bu gerçek, yağmur damlasını çamur gördürüyor.
Suni gündem yaratmaktır işi. Sadece bu da değil. Öldürme emrinden sömürme tüyolarına kadar binbir çeşit yolu yordamı sıralıyor. Suç ve cezadan azat bir özgüvenle tahrik, kışkırtma, hedef gösterme gibi birçok kötülüğü arkasına alıp saldırıyor.
İnanmadığı büyüye sarılmış, korkularıyla hayatın arasına duvarlar örmüş. Çok söz lazım ona. Tek gerçek yeterli oysa: diğerleri gibi olacaksın, öncekiler gibi!
Çağrılmıyor adıyla bu kötülük daniskası. Söyledikleri ve yaptıkları bir yılanın deri değiştirmesi gibi değişince, kendisine isim verilemez oldu. Ha, onun kendine verdiği isimler ve yakıştırdığı unvanlar yok değil. Neyse ki lakap olunca bile o isimler ve unvanlar, insanı bir gülme alıyor, dili dönmüyor ve diyemiyor.
Haftanın kitap önerisi: Murathan Mungan, Metinler Kitabı / Metis Yayınları