Kobanê soruşturmasından 7 aydır tutuklu bulunan Carleton Üniversitesi doktora öğrencisi Cihan Erdal, gönderdiği mektupta siyasi nedenlerle cezaevinde tutulduğunu ve eğitim gibi birçok hakkından mahrum bırakıldığını vurguladı
Kanada’nın Carleton Üniversitesi’nde doktora öğrencisi olan Cihan Erdal, Kobanê soruştuması kapsamında beş aydır tutuklu. Hocaları, öğrencileri ve arkadaşları genç akademisyenin var olmayan bir suç sebebiyle tutuklu kalamayacağını belirterek serbest bırakılmasını istiyor.
Erdal da gönderdiği mektupta, hukuksuz bir şekilde tutularak eğitim gibi birçok hakkının engellendiğine vurgu yaptı. Erdal’ın gönderdiği mektuptan bir kısmı şöyle:
“Merhabalar,
Kanada’nın Ottawa şehrindeki Carleton Üniversitesi Sosyoloji ve Antropoloji Bölümü’nde doktora adayıyım. 2017 yılından bu yana Carleton Üniversitesi’nde öğretim asistanı ve araştırma asistanı olarak çalışmaktayım. Aynı zamanda üniversitemiz bünyesinde kurulan Gençlik Araştırmaları Merkezi’nin [Centre for Urban Youth Research (CUYR)] koordinatörüyüm. Pozisyonum kapsamında farklı ülkelerden (Kanada, ABD, İngiltere, Yeni Zelanda, Kenya, Romanya vd.) gençlik alanında çalışan araştırmacı, akademisyen ve aktivistleri bir araya getirerek bilgi ve politika üretiyoruz. Farklı ülkelerdeki gençlik, yurttaşlık eğitimleri ve müfredatların içerikleri, toplumsal hareketlerde gençlerin rolü, aktivist gençlerin deneyimleri ve genç olma halleri gibi çeşitli konularda çalışıyorum.
2013-2017 yılları arasında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde, 2017 yılından bu yana ise Kanada’nın başkenti Ottawa’da akademik çalışmalarımı ilmek ilmek işledim. Halen 60 küsür yaşında çiftçilik yaparak geçinen annem ve babamın, değerli eşimin ve birlikte çalıştığım kıymetli hocalarımın koşulsuz destekleri sayesinde önemli araştırma bursları kazandım. 2017 yılından beri burslu olarak okuduğum ve çalıştığım Carleton Üniversitesi’nde genç bir Türk akademisyen olarak içerisinde yetiştiğim toplumu ve kültürü başarıyla temsil etmeye gayret ettim.
Ancak sizler ismimi son dönemde yaşadığımız haksızlıkla duymuş olabilirsiniz. Ailemi ziyaret etmek, yeğenimin doğumunu görebilmek ve doktora tez saha çalışmamı sürdürmek üzere geldiğim İstanbul’da 25 Eylül 2020 günü gözaltına alındım. Bundan 7 yıl önce, 6-8 Ekim 2014 tarihlerinde meydana gelen Kobani protestolarına ilişkin dava kapsamında 5 aydır siyasi rehine olarak Ankara Sincan Cezaevi’nde tutulmaktayım.
Bugün birtakım siyasi hesaplar doğrultusunda, hiçbir sorumluluğumun bulunmadığı bir olay nedeniyle özgürlüğüm keyfi ve hukuksuz biçimde gasp edilmekte. Bu durum, 4 yıldır binbir emekle yürüttüğüm doktora araştırmamı ve bursumu kaybetmem riskini oluşturuyor. Bütünüyle asılsız ve temelsiz iddialarla, siyasi saiklerle yalnız bireysel özgürlüğüm, eğitim ve çalışma hakkım değil, evrensel hukuk norm ve değerleri de gasp edilmekte. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Daire’nin 22 Aralık 2020 tarihli Selahattin Demirtaş kararı çok kesin olarak işaret etmektedir ki, objektif bir gözlemciyi ikna edebilecek, tutukluluğumuzu haklı gösterebilecek tek bir somut delil söz konusu değildir. Her ne kadar yeni bir dosya olarak sunulmaya çalışılsa da, AİHM Büyük Daire’nin sayın Demirtaş kararı, yeni bir başvuruya gerek olmaksızın, haksız ve keyfi tutukluluğumuzun derhal sonlandırılmasını gerektiren bir karardır.
‘Hukukun üstünlüğüne, insan haklarına, demokrasi ve özgürlüklere inanan her kesim ve yurttaşın yaşadığımız bu akılalmaz adaletsizliğe karşı ses çıkarması ülkemizin demokratik geleceği açısından büyük anlam taşıyacaktır.’
Geçtiğimiz Kasım ayı içerisinde sayın Adalet Bakanı Abdülhamid Gül’den birkaç kez şu cümleyi işittik: “Bırakın adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun. Bizim yargıçlardan, yargı mensuplarından beklediğimiz budur.” V. Charles’ın halefi I. Ferdinand’a ait olduğu söylenen bu kadim vecizenin “dünya yıkılsa adalet yerini bulmalıdır” (Fiat justitia, et pereat mundus) sözünün bugün yetkili ağızlardan hatırlatılıyor oluşu manidardır. Aslında nacizâne beklentimiz, ne kıyametin kopması ne dünyanın yıkılmasıdır; anayasal bir zorunluluk olan AİHM ve AYM kararlarının uygulanmasıdır. İnsan yaşamının ve haklarının kutsal sayılması ve gereğinin yerine getirilmesidir.
Gözaltına alındığım ilk andan itibaren varlığını yanımda hissettiğim, mektuplarıyla, mesajlarıyla, duaları ve iyi dilekleriyle desteklerini sunan herkese ayrı ayrı teşekkür etmek isterim.
“Eğer bir “örgüt”le irtibatım kurulmak isteniyorsa, bulunacak tek adres, birlikte çalışmaktan onur duyduğum ülkenin ve dünyanın yüz akı akademisyenleri, aydınları, yeryüzünü daha iyi bir yer haline getirmeye uğraşan aktivistleri, dostlarım, akrabalarım, ailem ve eşimden oluşan koca bir iyi insanlar olacaktır.”
Haklılığın verdiği inançla, hep yapmaya çalıştığım gibi, kimseyi incitmeden, entelektüel dürüstlüğü kaybetmeden, çıkarsız olarak hakikatin, aklın, vicdanın, insanlık, doğa ve tüm canlılar için ortak iyinin peşinde koşmaya devam edeceğim.
Evrensel hukuk norm ve değerlerinin, ve elbet aşkın, dayanışmanın ve iyiliğin kazandığını mutlaka göreceğiz.
Özgür günlerde görüşmek dileğiyle.”
HABER MERKEZİ